27 Kasım 2010 Cumartesi

taşındık...

yeni şubemiz törenle hizmetinizdedir."her dem" bekleriz...

http://erdemozdamar.tumblr.com/

22 Kasım 2010 Pazartesi

Alex de Souza...

Geçtiğimiz hafta Fenerbahçe'nin deplasmanda 2-1 yenildiği Gaziantepspor maçında takımın tek,kendisinin Türkiye liglerindeki 100'üncü golünü atarak "100ler kulübü"ne giren Alex de Souza bugün de Fenerbahçe-Bucaspor maçının 35'inci saniyesinde attığı golle kulüp tarihinin 3000'inci golünün altına adını yazdırdı. Hızını alamayan kaptan o golden 13 dakika sonra bu defa skoru 2-0 yapan golü attı. Durmadı ve 23 dakika içinde attığı 3 golle maçı hat-trick yaparak bitirdi. Alex böylece Fenerbahçe adına 2999,3000,3001,3002'inci golleri atarak ne kadar önemli bir oyuncu olduğunu bir kez daha hatırlattı. Haftaiçinde kendi hakkındaki "henüz 100 gol barajını aşmadığı" yönündeki iddiaları da bitirmiş oldu. Fenerbahçe kariyerine bir de gol krallığı sığdıran Brezilyalı attığı gollerle de şu anda ligin en golcü oyuncusu ünvanını da almış oldu. Tebrikler kaptan Alex. Nice yeni gollere...

Alex'in tarihe adını iyice "kazıdığı" maçın kalan dakikalarında 4 gol daha oldu. Niang ve Semih Fenerbahçe adına gollerini atarlarken Bucaspor Manuchı ve Musa ile 2 gol kaydetti ve maç 5-2 sona erdi...


29 Ekim 2010 Cuma

kedidir kedi...


Ligimizin sembolü bu kedicik olsa ya...

Cumhuriyet Bayramı



Tükiye Cumhuriyeti bir yaşındaymış gibi genç ve dinamik,bin yaşındaymış gibi köklü ve güçlü. 

Bugün hala bu coğrafyada onurumuz ve de gururumuzla yaşıyorsak,kimseye boyun eğmediysek bu Ata'mızın sayesindedir. Yarın için biz ne yapacağımızı dahi bilemezken müthiş bir kararlılıkla "yarın Cumhuriyet'i ilan edeceğiz" diyebilecek kadar büyük bir devlet adamı. Elebtte ki O'nu anlatmaya kelimeler yetmez. O'nu anlamaya da. Ama bizler,bu ülkenin gençleri olarak bu topraklardaki birlikteliğimizi daha da güçlendirmek,korumak ve kimsenin bölmesine izin vermemek için O'na bir kez daha söz vermeliyiz. Her geçen senede Cumhuriyet'imizi daha da güçlü,görkemli kutlamalıyız. Bilmeliyiz ki bu Cumhuriyet bize emanettir. Bunu yapmak için muhtaç olduğumuz kudret de damarlarımızdaki asil kandadır. 

Büyük Türk Milleti buralara hep alnı açık başı dik gelmiştir. Bundan sonra da yoluna aynı dirayetle devam edecektir. Bizler senin kurduğun Cumhuriyet'in bekçileri olarak sana söz veriyoruz. Eserinin ve senin önünde saygıyla eğiliyoruz. Bu ülkeyi bölmek isteyenlere inat her geçen gün daha da sıklaştırıyoruz saflarımızı ve onların karşısında daha da güçlü duruyoruz,aynı senden öğrendiğimiz gibi,senin bize salık veridiğin gibi. Huzur içinde yat Ata'm. 


Bayramın kutlu olsun ey büyük Türk Milleti!
Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti! Yaşasın Büyük Türk Milleti! Yaşasın Atatürk!

10 Ekim 2010 Pazar

usta

Türk sinema tarihinin en büyük karakterlerinden biri Yaşar usta. Gülen Gözler filmindeki efsane tiradı. Onlara hayat veren bir dev,Münir Özkul.

"Bak beyim, sana iki çift lafım var. Koskoca adamsın. Paran var, pulun var, herşeyin var. Binlerce kişi çalışıyor emrinde. Yakışır mı sana ekmekle oynamak? Yakışır mı bunca günahsızı, çoluğu çocuğu karda kışta sokağa atmak, aç bırakmak? Ama nasıl yakışmaz. Sen değil misin öz kızına bile acımayan, bir damlacık saaddeti çok gören. anlamıyor musun beyim, bu çocuklar birbirini seviyor. Ama ben boşuna konuşuyorum. Sevgiyi tanımayan adama sevgiyi anlatmaya çalışıyorum. hıh. Sen büyük patron, milyarder, para babası, fabrikalar sahibi Saim bey. Sen mi büyüksün? Hayır ben büyüğüm, ben, Yaşar usta! Sen benim yanımda bir hiçsin, anlıyor musun, bir hiç! Gözümde pul kadar bile değerin yok! Ama şunu iyi bil, ne oğluma ne de gelinime hiç birşey yapamayacaksın! Yıkamayacaksın, dağıtamayacaksın, mağlup edemeyeceksin bizi! Çünkü biz birbirimize parayla pulla değil, sevgiyle bağlıyız. Bizler birbirimizi seviyoruz. Biz bir aileyiz. Biz güzel bir aileyiz. Bunu yıkmaya senin gücün yeter mi sanıyorsun. Dokunma artık aileme! Dokunma çocuklarıma! Dokunma oğluma! Dokunma gelinime! Eğer onların kılına zarar gelirse ben, ömründe bir karıncayı bile incitmemis olan ben, yaşar usta, hiç düşünmeden çeker vururum seni! Anlıyor musun. Vururum ve dönüp arkama bakmam bile!"

9 Ekim 2010 Cumartesi

Mesut Özil #8...

Avrupa Şampiyonası elemelerinde Almanya ile aynı gruba düştüğümüzde ilk düşünülenler grupta ilk ikiye gireceğimiz ve oradaki Türk nüfusundan kaynakla bir deplasman maçı gibi olmayacağı yönündeydi. O zaman Dünya Kupası henüz oynanmamıştı ama rakip Almanya kuralara son Avrupa ikincisi ve son Dünya Kupası üçüncüsü apoletleriyle katıldı. Mazisinden bahsetmeye ise hiç gerek yok panzerlerin. 

8 ekimde Berlin'deki maça kadar gelinen noktada ise Almanya dünya kupasında son 4'e kaldı ve şampiyon İspanya'ya elendi. O Almanya Avrupa Şampiyonası finalinde de yine İspanya'ya kaybetmişti. Turnuvada Arjantin'i 3,İngiltere'yi 4 golle geçtiler. Biz ise "enteresan" yorumlarla vuvuzelaları TRT'den dinledik. Zaten kim gidecek taa Güney Afrika'ya.


O Alman takımının Türk asıllı oyuncularından biri Mesut Özil. Almanya-Türkiye maçıyla yeniden adını üstlere çıkardı. Turnuvadaki iyi oyunuyla Almanya'yı yarı finale kadar taşımayı başardılar. Dün ise Berlin'deki maçta 3 golden 1'ine imza attı Mesut.

Tartışmalarda yeniden alevlendi. Türk Milli Takımı'nı seçmediği için vatan hainliğiyle suçlanmasından o maçta oynamaması gerektiğine kadar uzun bir yelpaze var. Her şekilde ucu bu çocuğa dokunuyor ama. Mesut yıllar önce çalışmak için Almanya'ya giden bir ailenin sonraki kuşaklarından biri. Yani ergenlik döneminde "ben gidiyorum ulan" deyip giden biri değil. Bu anlamda kendini alman hissetmesi kadar doğal birşey olamaz. Zira sadece bir maç için Türkiye'ye geldiğini düşünürsek bu da destekleyici olur. Birkaç sene Almanya'da yaşayıp geri dönen birine hemen "Alman olmuşsun" demek kolayken nedense tüm hayatını orada yaşayan birinden Türk olmasını bekliyoruz.


Eğitimini orada yapan,futbola da orada başlayan Mesut elbette ki evinde Türk örf ve adetleriye büyümüş de olsa doğduğu ve doyduğu yer olan Almanya'ya kendini yakın hissetmesi O'nun profesyonel tercihidir. Eğer Türkiye için oynayacağım deseydi şu anda Real Madrid'de oynamak yerine haftasonları NTV'den La Liga maçlarını izliyor olacaktı. Genç yaşta Avrupa'da adını duyurmasını sağlayan Alman kulüpleri oldu. Türkiye'de oynasaydı ya Fenerbahçe'de başkan-teknik direktör-kaçan şampiyonluk üçgeninde kalıp kaçacaktı,ya da Galatasaray'da liseli-alaylı tartışmasının arasında elinde bonservisiyle ligimizin orta sıra takımlarından birinde oynamaya devam edecekti. 

Çok faşizan bir ifadeyle "Türkiye O'na ne verdi de ne istiyor?" diye sormadan edemeyeceğim. Yıllarca Almanya'da oynarken kimsenin yüzüne bakmadığı ama sonra Dünya Kupası'nda yıldızı parlayınca herkesin kapısında yattığı Mesut Özil. Kariyerini,geleceğini düşündüğü için böyle bir karar alan ve bu kararıyla ailesini kendisini ekonomik olarak uzunca bir süre rahatlatacak olan Mesut Özil. Mesut'a vatan haini diyenlerin çok büyük bir kısmının kapağı yurtdışına atmak gibi bir gayesi olmadığını kim söyleyebilir? Bugün bu adamın tercihini sorgulayanların nerdeyse tamamı "gel Almanya milli takımında oyna" dense arkasına bile bakmadan gitmeyecek mi?

Bugün Mesut Özil'in tercihini tartışmak yerine O'nu bu tercihi yapmaya itenleri konuşmak gerekir. Biraz da empati kurmak tabi. Mesut Özil'e de başarılar dilemek düşer bizlere de.

PS:Türkiye'deki rövanş maçında olabilecekleri düşünemiyorum bile...







4 Ekim 2010 Pazartesi

Hayvanları koruma günü

Belirli gün ve haftaları önce çocuklukta öğrendik. Sokaklarda bayrakları görünce annemize sorduk,babamıza sorduk. Milli bayramları az çok tanımışken küçük yaşta neden erken kalktığımızı ve temizpak giyindiğimizi sorar olduk. Dini bayramlardı. Bir gece öncesinden bayramlıklarımız başucumuzda yattığımız zamanlardı onlar. Eğlenirdi m'aile akşamdan sabaha kadar kuş sütünün dahi eksik olmadığı masada. Daha uzaktaydı çocuklar yılbaşı eğlencesini öğrendiği zamanlarda. Büyüdükçe o masalarda sandalye sahibi olduk,bir kadeh de biz yuvarladık. Annemizi,babamızı,sevgilimizi hatırladığımız bazı özel günleri de zamanla öğrendik. Hoş biz onları hiç unutmazdık ama adettendi kutlamak. Bizim için dua edilen kandil akşamlarını gördük,biz büyüdük biz dua eder olduk. Modern zamanlarda modern insanın yaşamında olup bitenlere de kayıtsız kalmaması için takvimlere eklenen özel günleri de takvim yapraklarından takip ettik. Barış gününden kabotaj bayramına,hemşireler gününden tıp bayramına,gazeteciler gününden aids gününe... Hayatımızda olan ve olacak her şeye dair...

Takvim yaprakları 4 ekimde durduğunda ise hayvanları koruma gününü gördük yemek tariflerinin altında. Her çocuk gibi biz de evimizde bir hayvanımız olsun istemedik mi daha susam sokağı izlerken? Bir televizyona sığacak kadar küçük olduğuna göre eve neden sığmasındı ki fil! Konuşan bir balina ne güzel olurdu,küveti de doldurup yüzdürürdük. Eve giren farelere bile "aaa jerryy öldürmeyelim" demedik mi? Her kedi tom,her köpek lessie,her tavşan bugs bunny'ydi o zamanlar...

Bugün o hayvanların günü. Aslında bugün sokakta hergün gördüğünüz ve sizi akşam yabancılardan koruyan mahalle köpeğinin günü. Bugün kışın battaniyenin altına girip sizle ısınmaya çalışan,sizi de ısıtmaya çalışan kedinizin günü. En sessiz en sıkıntılı zamanınızda şarkılar söyleyen kuşunuz var ya,işte onun günü...

Bugün onların hatırlanma günü ama yarın unutulmak için değil. Kapınızın önüne koyduğunuz bir tas su onlarcasının hayatını kurtarabilir. Doğal yaşam alanlarını ellerinden almaktan çekinmeyenlere inat onların da yaşama hakkı olduğunu gösterin,gösterelim. Kendimizi onların yerine koyalım...

Bugün hayvanları koruma günü. Küçük dostlarımıza bir el de siz uzatın...